Ela
New member
Kaftanı Kimler Giyer? Bir Hikâyenin İçinde İnsanlık Üzerine Bir Düşünce
Selam forumdaşlar,
Bu akşam sizlerle içime işleyen bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Aslında sadece bir hikâye değil; bir sembol, bir yolculuk, bir sorgulama. Çünkü “kaftan” dediğimiz şey sadece bir kumaş değil — sorumluluğun, erdemin, bazen de yükün sembolü.
Bir gün bir köyde yaşanan bu olayı duydum, o günden beri aklımdan çıkmadı. Her dinleyişte başka bir yönüyle dokunuyor insana. Belki siz de dinledikten sonra kendi kaftanınızı düşünürsünüz.
---
Köyün En Sessiz Adamı
Dağların arasında küçük bir köy vardı. O köyde Hasan adında sessiz, içine kapanık bir adam yaşardı. Kırk yaşına yaklaşmıştı ama hâlâ bekar, hâlâ kendi dünyasında.
Köy halkı onu sayardı ama pek anlamazdı. Çünkü Hasan ne siyasete karışır, ne kahvede uzun uzun konuşur, ne de dedikodu yapardı. “Hasan’ın derdi kimseyle değil, kendiyle,” derlerdi.
Bir gün köyün yaşlı muhtarı öldü. Yeni muhtar seçilecekti. Geleneklerine göre, yeni muhtar seçildiğinde ona bir “kaftan” giydirilirdi — sorumluluğun ve liderliğin simgesi olan o kadife, işlemeli, ağır giysi.
Ama o yıl kimse bu görevi almak istemedi. Herkesin bahanesi vardı: biri “Ben şehir işindeyim,” dedi, biri “Ailem var, vaktim yok.”
Köy kalakaldı.
---
Bir Kadının Sözü
Tam o sırada, köyün en yaşlı kadını, Hatice Ana, ayağa kalktı.
“Kaftanı giyecek olan, onun ağırlığını bilen olmalı,” dedi.
Ve ekledi: “Kaftanı kim giyerse, önce kendine sonra halka söz verir.”
O söz, köy meydanına bir sessizlik indirdi. Kadınlar birbirine baktı, erkekler yere. Çünkü herkes biliyordu, o söz, birini işaret ediyordu: Hasan’ı.
Hatice Ana, bastonuyla Hasan’a yaklaştı.
“Sen sessiz adamsın evlat, ama kalbin gür sesli. Kaftanı sen giy.”
---
Erkekçe Bir Tereddüt: Sorumluluk mu, Kaçış mı?
Hasan şaşırmıştı.
“Ben mi? Ne anlarım ben yönetmekten? Elim toprakta, zihnim kendi halimde.”
İşte burada erkeklerin o karakteristik tarafı devreye girdi: çözüm odaklı, stratejik düşünme hâli. Hasan, duygusuna değil, olasılıklara baktı.
“Seçilirsem ne olur, köydeki anlaşmazlıkları nasıl çözerim, kim bana destek olur?” diye düşündü.
Ama içinin bir köşesinde başka bir ses vardı: “Belki de kader bu kaftanı sana biçti.”
Gece boyunca uyuyamadı. Ateşin başında oturdu, düşüncelerle boğuştu.
Sonunda mırıldandı: “Kaftan giymek kolay, ama hakkını vermek zor.”
---
Kadınca Bir Cesaret: Hatice Ana’nın Hikmeti
Ertesi sabah Hasan, Hatice Ana’nın kapısını çaldı.
“Anne,” dedi, “ben bu yükü taşıyamam.”
Kadın gülümsedi, gözleri parladı.
“Evladım,” dedi, “kaftan taşınmaz, yaşanır. Kaftanı giyen kişi sadece güçlenmez, sınanır da. Ama unutma, sınavlar insanı yüceltir.”
Hatice Ana, elini Hasan’ın omzuna koydu. “Bak oğlum, bir zamanlar bu kaftanı baban da giymişti. Gücüyle değil, adaletiyle anıldı. Çünkü kaftan gücü değil, vicdanı büyütür.”
O an Hasan’ın gözleri doldu. Kadının sözleri kalbine işledi. Çünkü kadınların bakışı farklıydı; onlar gücü değil, iyiliği büyütmenin peşindeydi.
---
Kaftanın Altındaki İnsan
O gün köyde toplanıldı. Hasan adını duyunca, sessizce ayağa kalktı.
Kalabalığın arasından yürürken, herkesin bakışını üzerinde hissetti.
Kaftan omzuna konulduğunda bir serinlik geçti içinden, ardından bir ağırlık.
O anda Hatice Ana’nın sözleri yankılandı kulaklarında: “Kaftanı taşıyan, önce kendini taşır.”
İlk işi, köydeki kavgalı iki aileyi barıştırmak oldu.
Bir taraf “Hak bizde,” derken, diğeri “Adalet yok,” diyordu.
Hasan uzun süre dinledi. Sesini yükseltmeden, sakinlikle konuştu.
“Adalet, herkesin istediği değil; herkesin dayanabileceği şeydir.”
O gün iki taraf da sustu. Sonra biri diğerine el uzattı.
---
Zamanla Değişen Bir Adam
Aylar geçti. Hasan artık sadece bir muhtar değil, bir rehber gibiydi.
Köylüler ona derdini açıyor, o ise sabırla dinliyordu.
Bir keresinde genç bir delikanlı, “Muhtar, ben de bir gün kaftan giymek isterim,” dedi.
Hasan gülümsedi: “Kaftanı giyersin evlat, ama önce kalbini dikmeyi öğren.”
Kadınlar da artık köy işlerinde daha çok söz sahibiydi. Hatice Ana’nın başlattığı “Kadın Eli Derneği” ile köyde üretim başladı.
Erkekler hesap kitapla uğraşırken, kadınlar ilişkileri, duyguları ve topluluk bağını kuruyordu.
İşte orada bir denge doğdu: akıl ve kalp yan yana yürümeye başladı.
---
Bir Gecenin Ardından Gelen Gerçek
Bir gece büyük bir fırtına çıktı. Köyün su kanalı çöktü, evleri sel bastı.
Herkes paniğe kapıldı.
Hasan eline fener aldı, kapı kapı gezdi. Kadınları, çocukları, yaşlıları güvenli yere taşıdı.
Sabah olduğunda köy perişandı ama kimse ölmemişti.
O zaman Hatice Ana ağlayarak yaklaştı ve kaftanı onun omzuna yeniden örttü.
“Evladım,” dedi, “artık kaftanı giydin. Çünkü kaftanı kim giyer biliyor musun? Kendinden önce başkasını düşünen.”
---
Kaftan Sadece Bir Giysi Değil
Yıllar geçti. Hasan yaşlandı. Kaftanı genç birine devrettiğinde şöyle dedi:
“Kaftanı kimseye üstünlük için giyme. Kaftan seni süslesin diye değil, hatırlatsın diye vardır. Hatırlatır ki, insanın en büyük görevi insan kalabilmektir.”
Kadınlar o gün köy meydanında dualar okudu. Erkekler sessizdi ama gözleri nemliydi. Çünkü o anda herkes anlamıştı: Kaftanı giymek, insanlığın yükünü taşımaktı.
---
Peki Forumdaşlar, Kaftanı Kim Giyer?
Bu hikâyeyi her hatırladığımda kendime soruyorum: “Ben kaftanı giyebilir miydim?”
Kaftan bazen bir makamdır, bazen bir sorumluluk, bazen sadece bir vicdanın sesi.
Kimi zaman bir anne çocuğuna sabırla bakan gözlerde, kimi zaman bir işçinin alnındaki terde, kimi zaman da bir öğretmenin sessiz fedakârlığında.
Peki sizce forumdaşlar, bugünün dünyasında “kaftanı kim giyiyor”?
Liderlik, güç ve sorumluluk arasında sıkıştığımız bu çağda, kaftanı giyen hâlâ erdemli olan mı, yoksa en çok konuşan mı?
Belki de hepimizin içinde görünmeyen bir kaftan vardır. Sadece hatırlamamız gerekir:
Kaftanı giyen, yüreğini çıkarmaz.
Selam forumdaşlar,
Bu akşam sizlerle içime işleyen bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Aslında sadece bir hikâye değil; bir sembol, bir yolculuk, bir sorgulama. Çünkü “kaftan” dediğimiz şey sadece bir kumaş değil — sorumluluğun, erdemin, bazen de yükün sembolü.
Bir gün bir köyde yaşanan bu olayı duydum, o günden beri aklımdan çıkmadı. Her dinleyişte başka bir yönüyle dokunuyor insana. Belki siz de dinledikten sonra kendi kaftanınızı düşünürsünüz.
---
Köyün En Sessiz Adamı
Dağların arasında küçük bir köy vardı. O köyde Hasan adında sessiz, içine kapanık bir adam yaşardı. Kırk yaşına yaklaşmıştı ama hâlâ bekar, hâlâ kendi dünyasında.
Köy halkı onu sayardı ama pek anlamazdı. Çünkü Hasan ne siyasete karışır, ne kahvede uzun uzun konuşur, ne de dedikodu yapardı. “Hasan’ın derdi kimseyle değil, kendiyle,” derlerdi.
Bir gün köyün yaşlı muhtarı öldü. Yeni muhtar seçilecekti. Geleneklerine göre, yeni muhtar seçildiğinde ona bir “kaftan” giydirilirdi — sorumluluğun ve liderliğin simgesi olan o kadife, işlemeli, ağır giysi.
Ama o yıl kimse bu görevi almak istemedi. Herkesin bahanesi vardı: biri “Ben şehir işindeyim,” dedi, biri “Ailem var, vaktim yok.”
Köy kalakaldı.
---
Bir Kadının Sözü
Tam o sırada, köyün en yaşlı kadını, Hatice Ana, ayağa kalktı.
“Kaftanı giyecek olan, onun ağırlığını bilen olmalı,” dedi.
Ve ekledi: “Kaftanı kim giyerse, önce kendine sonra halka söz verir.”
O söz, köy meydanına bir sessizlik indirdi. Kadınlar birbirine baktı, erkekler yere. Çünkü herkes biliyordu, o söz, birini işaret ediyordu: Hasan’ı.
Hatice Ana, bastonuyla Hasan’a yaklaştı.
“Sen sessiz adamsın evlat, ama kalbin gür sesli. Kaftanı sen giy.”
---
Erkekçe Bir Tereddüt: Sorumluluk mu, Kaçış mı?
Hasan şaşırmıştı.
“Ben mi? Ne anlarım ben yönetmekten? Elim toprakta, zihnim kendi halimde.”
İşte burada erkeklerin o karakteristik tarafı devreye girdi: çözüm odaklı, stratejik düşünme hâli. Hasan, duygusuna değil, olasılıklara baktı.
“Seçilirsem ne olur, köydeki anlaşmazlıkları nasıl çözerim, kim bana destek olur?” diye düşündü.
Ama içinin bir köşesinde başka bir ses vardı: “Belki de kader bu kaftanı sana biçti.”
Gece boyunca uyuyamadı. Ateşin başında oturdu, düşüncelerle boğuştu.
Sonunda mırıldandı: “Kaftan giymek kolay, ama hakkını vermek zor.”
---
Kadınca Bir Cesaret: Hatice Ana’nın Hikmeti
Ertesi sabah Hasan, Hatice Ana’nın kapısını çaldı.
“Anne,” dedi, “ben bu yükü taşıyamam.”
Kadın gülümsedi, gözleri parladı.
“Evladım,” dedi, “kaftan taşınmaz, yaşanır. Kaftanı giyen kişi sadece güçlenmez, sınanır da. Ama unutma, sınavlar insanı yüceltir.”
Hatice Ana, elini Hasan’ın omzuna koydu. “Bak oğlum, bir zamanlar bu kaftanı baban da giymişti. Gücüyle değil, adaletiyle anıldı. Çünkü kaftan gücü değil, vicdanı büyütür.”
O an Hasan’ın gözleri doldu. Kadının sözleri kalbine işledi. Çünkü kadınların bakışı farklıydı; onlar gücü değil, iyiliği büyütmenin peşindeydi.
---
Kaftanın Altındaki İnsan
O gün köyde toplanıldı. Hasan adını duyunca, sessizce ayağa kalktı.
Kalabalığın arasından yürürken, herkesin bakışını üzerinde hissetti.
Kaftan omzuna konulduğunda bir serinlik geçti içinden, ardından bir ağırlık.
O anda Hatice Ana’nın sözleri yankılandı kulaklarında: “Kaftanı taşıyan, önce kendini taşır.”
İlk işi, köydeki kavgalı iki aileyi barıştırmak oldu.
Bir taraf “Hak bizde,” derken, diğeri “Adalet yok,” diyordu.
Hasan uzun süre dinledi. Sesini yükseltmeden, sakinlikle konuştu.
“Adalet, herkesin istediği değil; herkesin dayanabileceği şeydir.”
O gün iki taraf da sustu. Sonra biri diğerine el uzattı.
---
Zamanla Değişen Bir Adam
Aylar geçti. Hasan artık sadece bir muhtar değil, bir rehber gibiydi.
Köylüler ona derdini açıyor, o ise sabırla dinliyordu.
Bir keresinde genç bir delikanlı, “Muhtar, ben de bir gün kaftan giymek isterim,” dedi.
Hasan gülümsedi: “Kaftanı giyersin evlat, ama önce kalbini dikmeyi öğren.”
Kadınlar da artık köy işlerinde daha çok söz sahibiydi. Hatice Ana’nın başlattığı “Kadın Eli Derneği” ile köyde üretim başladı.
Erkekler hesap kitapla uğraşırken, kadınlar ilişkileri, duyguları ve topluluk bağını kuruyordu.
İşte orada bir denge doğdu: akıl ve kalp yan yana yürümeye başladı.
---
Bir Gecenin Ardından Gelen Gerçek
Bir gece büyük bir fırtına çıktı. Köyün su kanalı çöktü, evleri sel bastı.
Herkes paniğe kapıldı.
Hasan eline fener aldı, kapı kapı gezdi. Kadınları, çocukları, yaşlıları güvenli yere taşıdı.
Sabah olduğunda köy perişandı ama kimse ölmemişti.
O zaman Hatice Ana ağlayarak yaklaştı ve kaftanı onun omzuna yeniden örttü.
“Evladım,” dedi, “artık kaftanı giydin. Çünkü kaftanı kim giyer biliyor musun? Kendinden önce başkasını düşünen.”
---
Kaftan Sadece Bir Giysi Değil
Yıllar geçti. Hasan yaşlandı. Kaftanı genç birine devrettiğinde şöyle dedi:
“Kaftanı kimseye üstünlük için giyme. Kaftan seni süslesin diye değil, hatırlatsın diye vardır. Hatırlatır ki, insanın en büyük görevi insan kalabilmektir.”
Kadınlar o gün köy meydanında dualar okudu. Erkekler sessizdi ama gözleri nemliydi. Çünkü o anda herkes anlamıştı: Kaftanı giymek, insanlığın yükünü taşımaktı.
---
Peki Forumdaşlar, Kaftanı Kim Giyer?
Bu hikâyeyi her hatırladığımda kendime soruyorum: “Ben kaftanı giyebilir miydim?”
Kaftan bazen bir makamdır, bazen bir sorumluluk, bazen sadece bir vicdanın sesi.
Kimi zaman bir anne çocuğuna sabırla bakan gözlerde, kimi zaman bir işçinin alnındaki terde, kimi zaman da bir öğretmenin sessiz fedakârlığında.
Peki sizce forumdaşlar, bugünün dünyasında “kaftanı kim giyiyor”?
Liderlik, güç ve sorumluluk arasında sıkıştığımız bu çağda, kaftanı giyen hâlâ erdemli olan mı, yoksa en çok konuşan mı?
Belki de hepimizin içinde görünmeyen bir kaftan vardır. Sadece hatırlamamız gerekir:
